Bedava Canadian Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Bedava Canadian Forum


 
AnasayfaAnasayfa  PortalPortal  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 “AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız”

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ZaLiM
ForumdiziniAdmin
ForumdiziniAdmin
ZaLiM


Mesaj Sayısı : 4800
Puan : 11322
Kayıt Tarihi : 22/03/10
Cinsiyet : Erkek

“AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız” Empty
MesajKonu: “AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız”   “AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız” Icon_minitimeC.tesi Ağus. 07, 2010 12:53 pm

“AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız” 539579_detay

Prof. Serap Yazıcı, referandumu, yargı sisteminde yapılması planlanan değişiklikleri, demokratikleşme sürecini anlattı.

YAŞ kararları araya girse de, ülkenin gündemini uzun süredir referandum meşgul ediyor. Parti liderleri mitinglerde 'hayır' veya 'evet' oyunun gerekçelerini anlatıyor. Ama Anayasa değişikliği paketinin içeriği unutulmuş gibi.

Peki neyi oylayacağımızı tam biliyor muyuz? Bu değişiklikle yargının siyasallaşacağı iddiaları doğru mu? Eğer değişiklik halkoyuyla kabul edilirse, 80 darbesini yapanlar yargılanacak mı?

Konuyu derinlemesine öğrenmek için Anayasa Hukuku Profesörü Serap Yazıcı’nın kapısını çaldık.

Prof. Yazıcı, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, 2007'de yeni Anayasa taslağını hazırlayan bilim kurulunun 6 üyesinden biri. Aynı zamanda bu konuyla ilgili yazdığı “Türkiye’de Askeri Müdahalelerin Anayasal Etkileri”, “Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri: Türkiye için Bir Değerlendirme,” “Demokratikleşme Sürecinde Türkiye,” “Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine” gibi kitapları var.

İşte onun söyledikleri…

2007’DEKİ ANAYASA TASLAĞI NE OLDU?
2007 genel seçimleri öncesinde Prof. Ergun Özbudun başkanlığında, sizin de içinde yer aldığınız 6 kişilik bir bilim kurulu yeni bir anayasa taslağı hazırlamıştı. Bu taslak kamuoyunda çok tartışıldığı halde, bir teklif metnine dönüşmedi ve rafa kaldırıldı. Ancak bunun sebepleri kamuoyuna açıklanmadı. Sizce sebep neydi?
2007 genel seçimleri öncesinde, AKP seçim beyannamesinde seçmenlerine parlamenter demokrasinin icaplarına uygun, insan hakları ve demokrasinin evrensel standartlarıyla paralel hükümler içeren yeni bir anayasa vaadinde bulunmuştu. Benim de içinde yer aldığım ve bilim kurulu olarak adlandırılan komisyon, bir taslak metin hazırladı. Bu taslak, Eylül ayının ortalarında Sapanca’da bizlerin ve AKP’li bazı hukukçuların katılımıyla gözden geçirildi. Metne daha da iyileştirici çeşitli hükümler eklendi. Daha sonra bu metnin Sayın Başbakan’a sunulacağı ve AKP’nin anayasa taslağı olarak kamuoyuna açıklanacağı belirtildi. Ne var ki, bu açıklama gerçekleşmedi. Sonuçta, AKP, MHP’nin türbanı yükseköğretim kurumlarında serbest kılma yönündeki teklifi karşısında bu anayasa projesini rafa kaldırarak, iki maddelik bir değişikliğe kilitlendi. Bu değişiklik süreci, AKP’nin bir kapatma davası ile karşı karşıya kalmasına da yol açan faktörler arasında yer aldı. Oysa o tarihlerde AKP, MHP’nin bu taktiksel teşebbüsüne karşılık, kendi anayasa projesini gündeme taşısaydı, bu projenin içinde türban sorunu ile birlikte pek çok özgürlük alanına ilişkin demokratikleştirici düzenlemeler olduğunu beyan etseydi, bence daha isabetli bir tutum izlemiş olurdu. Tabii kapatma davası riski bertaraf edilir miydi, bunu tahmin etmek güç. Hazırladığımız taslağın neden AKP tarafından sahiplenilerek, kamuoyuna açıklanmadığı konusunda özel bir bilgim yok. Belki bunun nedenlerini günün birinde bugünkü siyasi aktörler anılarını yazarlarsa öğrenebiliriz.

“ANAYASA MAHKEMESİ’YLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİK CILIZ”
12 Eylül’de halkoyuna sunulacak taslağın bazı çevrelerde en çok tartışılan hükümleri Anayasa Mahkemesi’ni (AYM) yeniden yapılandıran düzenlemeler. Sizce neden bu hükümler tartışmaların odağında?
Batı dünyasında, kanunu yapan parlamentonun bu yetkisini halktan kazanması gerçeğine bağlı olarak, anayasa mahkemelerinin oluşumunda da halk iradesine şu veya bu biçimde yetki tanıma ilkesi vardır. Bu maksatla Batı’da anayasa mahkemesi üyelerinin tümü veya önemli bir bölümü, parlamentolar tarafından seçiliyor. Almanya, Polonya ve Macaristan’da anayasa mahkemesi üyelerinin tümü parlamentolar tarafından seçilir. Türkiye’de de 1961 Anayasası’na göre, AYM üyelerinin üçte biri TBMM tarafından seçilmekteydi. 1982 Anayasası, bu yöntemi terk etti. Bu nedenle 1982 Anayasası, anayasa yargısını demokratik meşruiyet esasından tamamen koparan tek örnek olmuştur. Anayasa değişikliği paketi, AYM’nin üye kompozisyonu üzerinde, Mahkeme’yi demokratik meşruiyet esasına dayandıracak, fevkalâde cılız bir değişiklik yapmıştır. Üye sayısı 11’den 17’ye çıkarılmış, toplam 17 üyeden sadece 3’ünü seçme yetkisi TBMM’ye tanınmıştır. TBMM bu yetkiyi, doğrudan doğruya değil, dolaylı olarak kullanacaktır. Haliyle, AYM’nin üye kompozisyonunda çok büyük bir değişiklik olmayacak. Buna rağmen, yargının siyasallaşacağı, yürütmenin kontrolüne gireceği gibi iddialar öne sürülerek, bir bardak suda fırtınalar koparıldı. Böylece halkın da zihni karmakarışık oldu.

“YARGI ZATEN SİYASALLAŞMANIN ZİRVESİNDE”
Hazırladığınız taslakta Anayasa Mahkemesi’ni düzenleyen hükümler nasıldı? Şimdiki anayasa değişikliği paketi bu yapıda nasıl bir değişiklik sağlıyor?
O taslakta biz, Anayasa Mahkemesi’nin 17 üyeden oluşmasını, bunlardan 9’unun yüksek yargı kuruluşları tarafından, kendi üyeleri arasından seçimini, 8’inin ise metinde belirtilen özelliklere sahip kişiler arasından TBMM’nin nitelikli oy çoğunluğu ile seçimini öngörmüştük. Şu kadarını söyleyebilirim, bizim hazırladığımız taslak, bu kurumlara demokratik meşruiyet sunmak ve bu kurumları Batılı emsallerine uyumlu kılmak konusunda daha cesur ve daha başarılıydı.
Yeni paketin AYM ile ilgili hükümleri, bu kurumu Batılı emsallerine uygun bir standarda yaklaştırıyor. Haliyle, yargı siyasallaşacak feryatlarını anlamakta zorluk çekiyorum. Kaldı ki, bugün mevcut haliyle yargı, siyasallaşmanın zirvesindedir. Ben bundan daha fazla bir siyasallaşmayı tasavvur edemiyorum.

“12 EYLÜL RUHU GENÇ ZİHİNLERE KAZINDI”
Türkiye’nin konuşulan sorunlarından biri, demokratik bir siyasal yapıya sahip olmaması. Bu sorunun tek çözümü anayasayı değiştirmek mi? Eksik demokrasi kültürünün payı yok mu bunda?
Elbette bir ülkede, demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarından biri, hukuk devletinin, demokratik çoğulculuğun, insan haklarının evrensel anlamına uygun bir anayasaya sahip olmaktır. Ne var ki, hukuk düzeninin demokratikliği demokratik bir siyasal yapıyı garanti etmez. Bu bakımdan şunu söylemek mümkün: Bir hukuk metni yeterince demokratik olmasa da, onu uygulayan irade, hukukun ve demokrasinin evrensel ilkelerinden hareketle, özgürlüklere ve demokrasiye nefes aldırabilir ama aksi pek mümkün değildir. Demokratik hukuk metinleri, otoritelerin elinde boğulmaya mahkumdur.
Türkiye’ye gelelim. Türkiye ne demokratik bir anayasaya, ne de demokratik bir siyasal kültüre sahip. Yani gerçek bir çıkmaz. Mevcut Anayasa, tüm hükümlerinde 12 Eylül yönetiminin otoriter ve vesayetçi ruhunu yansıtıyor. Buna ek olarak, 12 Eylül yönetiminin milliyetçi, otoriter ve vesayetçi ruhu, özellikle genç kuşakların zihinlerine mutlak doğrular olarak kazındı. Böylece, hukuk düzeniyle ve zihniyetiyle gerçek bir otoriter yapının mevcut olduğunu söyleyebiliriz.

“İŞİ HUKUKA HAVALE EDEREK KURTULAMAYIZ”
Mevcut anayasayı değiştirmek veya tümüyle yeni bir anayasa yapmak Türkiye’nin demokratikleşme sorununu çözer mi?
Türkiye’deki bu demokrasi açığı, kısmi anayasa değişikliği ile kapanabilir mi? Cevabım çok net; kapanamaz. 12 Eylül’den devraldığımız Anayasa başta olmak üzere, tüm hukuk mirası, demokratik ve özgürlükçü bir zihniyetle tamamen değişmedikçe, demokrasi yönündeki çabalarımız sonuçsuz kalır. Ama tabii bir noktayı da göz ardı etmeyelim. Demokratik bir anayasa, demokratik bir hukuk düzeni, bir ülkedeki sorunların çözümünü kolaylaştırır. Ancak bu sorunların üzerinde sihirli değnek etkisi yapmaz. Sorunları çözecek olan gene bizler, tek tek toplumu oluşturan fertler olacaktır. Bu yüzden, işi hukuka havale ederek kurtulamayız. Demokratik olmayan hukuk metinleri sorunların çözümünü zorlaştırır, imkânsızlaştırır, onları kronik hale getirir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, buna örnek oluşturmaktadır. Tümüyle yeni, demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapalım, ama tek tek kendi ruh dünyamızı eğitmeyi ihmal etmeyelim. Türkiye’de, Türk Kürt’ten, Kürt Türk’ten, Alevi Sünni’den, Sünni Alevi’den, Müslüman muhafazakârlar laik ve Batılı değerlere sahip olanlardan, laik ve Batılı değerlere sahip olanlar da Müslüman muhafazakârlardan nefret ediyor. Bu nefreti, bu öfkeyi, bu hoşgörüsüzlüğü ortadan kaldırmadığımız sürece, demokrasi hedefine, huzur ve barışa sahip olamayız. Önce birbirimizi sevmeyi ve kabul etmeyi öğrenmeliyiz.

12 Eylül’de halkoyuna sunulacak değişikliğin Türkiye’de tümüyle yeni bir anayasa yapma şansını ortadan kaldıracağını, bu sebeple sözü geçen değişikliğe hayır demek gerektiğini düşünenler var. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Her şeyden önce, bu değişiklik paketinin yürürlüğe girmesini temenni ediyorum. Elbette bu paket Türkiye’nin kronikleşmiş sorunlarını çözemez. Ancak, bu sorunların çözümünü kolaylaştıracak bir zemin yaratabilir. Dolayısıyla, bu paketin yürürlüğe girmesi, yeni bir anayasanın yapımı ihtimalini ortadan kaldırır fikrine katılmıyorum. Bu paket yürürlüğe girse dahi, demokratikleşme sorununun çözümüne ve bu çözümde yeni anayasanın gerekliliğine inanan çevreler, bu hususu dile getirmeli, bu fikri kamuoyunda canlı tutmalıdır.

“ZATEN AB BU DEĞİŞİKLİKLERİ İSTİYOR”
Referandumda hayır oyları çoğunluk oluştursa dahi, paketin içerdiği değişikliklerin bir bölümü AB’ye uyum süreci içinde tekrar kamuoyunun gündemine gelmeyecek mi? Paketin içerdiği değişikliklerle AB’ye uyum sürecinin Türkiye’ye yüklediği ödevler arasında bir bağ kurulabilir mi?
Çok isabetli bir soru. Bu paketin içerdiği yeniliklerin hepsi, AB’ye uyum sürecinin zorunlu kıldığı yükümlülükler arasında yer alıyor. 2009 ilerleme raporunun “Yargı ve temel haklar” başlıklı bölümünde, bu paketin içerdiği tüm hususlar var. HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılması, kadın hakları, çocuk hakları, ombudsman vs. Varsayalım ki, paket reddedildi. Eğer AB’ye üyelik hedefi devam edecekse, bu paketin içerdiği yenilikler bir kere daha önümüze gelecek. Burada bir noktaya işaret etmek isterim. Türkiye’de demokrasinin karşısında yer alan çevreler, aynı zamanda AB’ye üyelik fikrine de karşı çıkıyorlar. Haliyle bu çevreler AB’ye karşı çıkma pozisyonlarını, bugün olduğu gibi gelecekte de koruyabilirler. Bu yüzden, önümüzde uzanan demokrasi yolu uzun ve zahmetli bir yol. Ancak, demokrasi idealinde samimi isek, bu hedefin güç ulaşılır bir hedef olduğunu da bilmemiz gerekir. Batı’nın bugün sahip olduğu demokratik uygarlık, bir gecede yaratılmış bir eser değil.

“DARBE BİR YETKİ DEĞİLDİR”
TSK İç Hizmetler Kanunu’nun 35. maddesi gündeme geldi. Bu madde bazı çevrelerin iddia ettiği gibi darbelerin yasal dayanağını oluşturuyor mu? Eğer öyleyse, maddede yapılacak bir değişiklik, darbe ihtimalini ortadan kaldırır mı?
Türkiye’de darbeler, 35. madde gibi yasal düzenlemeleri dayanak alarak gerçekleşmedi. Darbe dediğiniz eylem, hukuk dışı bir eylemdir. Nitekim darbeye teşebbüs, ceza kanunlarımıza göre suçtur. Sadece hukuken geçerli fiillerin kanuni dayanağa ihtiyacı vardır. Darbenin kendisi hukuk dışı bir fiildir. Bir yetki değildir. Dolayısıyla, ona kanuni dayanak sunmak da veya kanuni dayanağından yoksun bırakma teşebbüsü de hukuken imkânsız bir girişimdir. Türkiye’de tüm darbelerin öncesinde, halkın bir kesimi tek çarenin darbe olduğu fikrine sürüklenerek, bu sürecin tetiklenmesine yol açıyor. Tabii, bu kesimlerin böyle bir noktaya sürüklenmelerinde bilinçli olarak kullanılan çeşitli vasıtaların olduğunu biliyoruz. Nitekim TSK da darbe eylemine girişmeden önce, bunun sosyolojik ve siyasi açıdan meşru görülmesine özen gösteriyor. Bu nedenle 35. maddeyle, darbeler arasında mutlak bir ilişki olduğunu iddia etmek, madde üzerinde yapılacak bir değişiklikle, darbe ihtimalinin bertaraf edileceğini savunmak, aşırı bir romantizm olur.

“YA PARLAMENTO BAŞKANLIK DEMOKRASİSİ İSTERSE?”
CHP’nin bu maddeyi değiştirmek amacıyla TBMM’ye sunduğu teklif metnini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biraz önce de işaret ettim, TSK, hiçbir müdahalenin ardından bu hükme dayanarak yönetime el koyduğu açıklamasında bulunmamıştır. Tam aksine, hep toplumun büyük çoğunluğunun darbeden başka çare kalmadığına inandığı için darbe yapıldığı beyan edilmiştir. Şu halde darbeler 35. maddenin eseridir düşüncesi yanlış. Gene de bu maddenin değiştirilmesi isabetli olur ama yeterli değil. Türkiye’de 27 Mayıs’tan bu yana kabul edilen ve TSK’nin siyasallaşmasına, bir karar aktörü haline gelmesine zemin hazırlayan çok sayıda mevzuat hükmü var. Bunların hepsi gözden geçirilmeli.
CHP’nin teklifine gelirsek. Teklifte şöyle deniyor: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni parlamenter demokratik sistemin işlerliği çerçevesinde ve Anayasaya bağlı olarak korumaktır.” Bu hüküm, 35. maddenin şu an mevcut olan sorunlu yapısını aynen muhafaza ediyor ve “parlamenter demokratik sistemin işlerliği çerçevesinde (…) korumak” şeklinde TSK’ya takdire çok açık, yeni bir müdahale gerekçesi sunuyor. Mesela parlamento, parlamenter demokrasi yerine başkanlık demokrasisine geçecek bir anayasa değişikliği yapmak isterse ne olur? Bu hükme göre bir darbe olur. Sonuçta CHP’nin teklifi, hiçbir çözüm üretmediği gibi, daha da ciddi sorunlar yaratabilir.

“DARBECİLERİN YARGILANACAĞINA İNANMIYORUM”
Halkoyuna sunulacak değişiklik paketinin onaylanması halinde, darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde yürürlükten kalkacak. Böyle bir durumda, darbecilerin gerçekten yargılanacağına inanıyor musunuz?
Bu konu hukukçular arasında da tartışmalı. Bana kalırsa geçici 15. Madde'nin ilgası sadece manevi bir role sahip olacak. Bu madde 12 Eylül'de kurulan Milli Güvenlik Konseyi üyelerine ve MGK yönetiminde kurulan hükümetlerin üyelerine, Danışma Meclisi üyelerine yargı bağışıklığı sunuyor. Maddenin kapsamına giren fiillere ilişkin zaman aşımı süresi dolmuştur. Bu sebeple maddenin ilgası sözü geçen kişiler için otomatik olarak yargılama süreci başlatamayacaktır. Ancak gene de bu maddenin ilgası Türkiye açısından büyük bir manevi role sahip olacaktır. Türkiye’de demokrasinin gelişimini önleyen en önemli engellerden biri askeri darbeler ve darbe girişimleridir. Darbe teşebbüsünde bulunanları yargılarken bu fiili tamamlayanları, yani darbeyi gerçekleştirenleri yargılamamak bir çelişkidir. Bu nedenle hiç değilse maddeyi ilga etmek, bu çelişkiye yol açan bir hukuki ayıbı sona erdirecektir.

Peki darbelerle yüzleşmek için ne yapılabilir?
Benim bu konuda şöyle bir önerim var. Bütün 12 Eylül mağdurları -bunlar çok sayıda kişiyi ve aileyi kapsamaktadır- mağduriyetlerini hikâye eden bir açıklamayı içeren dilekçelerle TBMM'nin insan hakları veya dilekçe komisyonuna başvurabilirler. Bütün bu mağduriyet hikâyelerini içeren, ancak kişilerin isimlerinin açıklanmadığı bir tür geçmişle yüzleşme albümü hazırlanabilir. O zaman 12 Eylül’ün Türkiye’ye bıraktığı ağır mirası daha yakından görebiliriz. Biliyorsunuz o dönemde pek çok kişi işkence ve kötü muameleler neticesinde hayatlarını kaybetti, sakat kaldı veya ruh sağlığını yitirdi. Pek çok kişi eğitim hayatını, mesleki hayatını, ailesini terk ederek yurtdışına kaçmaya mecbur kaldı, aileler dağıldı. Bunlar tahmin edebildiklerimiz. Bu mağduriyet tablosunu yakından gördüğümüz takdirde kamu sektörü ve özel sektör bir dayanışma içine girerek mağdurların yaralarını tedavi edecek bazı katkılar sunabilir. Örneğin istihdamda, eğitim hayatında bu kişilere ve yakınlarına çeşitli kolaylıklar sağlanabilir. Bunu yapabilirsek gerçekten samimi bir biçimde darbelerin mirasıyla yüzleşmiş olabiliriz. Böylece Türkiye, hukukun ve insan haklarının üstün olduğu bir sistemin kurulması yolunda önemli bir adım atmış olur.

“BU PAKET, ÖNCEKİ DEĞİŞİKLİKLERDEN ÇOK DAHA ÖNEMLİ”
1982 Anayasası yürürlüğe girdiğinden bu yana 15 kez değiştirildi. Bu değişiklikler çerçevesinde 80’in üzerinde madde şu veya bu ölçüde tadil edildi. Sizce 12 Eylül’de halkoyuna sunulacak değişiklik paketi, daha önce kabul edilen değişikliklerden farklı mı? Farklıysa bunlar paketin hangi hükümlerinde somutlaşmaktadır?
Bugüne kadar yapılan değişiklikler, özgürlük alanlarını genişleterek, bunların anayasal güvencelerini güçlendirmeye teşebbüs etti. Kısaca ifade edersek, 1987, 1993, 1995, 2001 ve 2004 değişiklikleri gerçekten demokratikleşme, kısmen de sivilleşme yönünde önemli reformlar sundu. Ne var ki, anayasanın vesayet mekanizmaları varlığını aynen muhafaza ettiği için bu değişikliklerden beklenen yarar ortaya çıkamadı. Türkiye’de yargı, çok uzun yıllardan beri, 1961 Anayasası’ndan bu yana ideolojik bir eğilim sergilemektedir. Oysa yargının görevi, hukukun üstünlüğünü dikkate almaktır. Bu tablo 1982 Anayasası’yla daha da vahim hale gelmiştir. Bu Anayasa, yargıyı bir vesayet mekanizması olarak tasarlamıştır. İşte mevcut paket, yargı vesayetini bir ölçüde aşındırarak, yargıya hukukun üstünlüğünü gözeten bir kurum olma vasfını sunmayı hedeflemektedir. Bu nedenle bu paket, önceki değişikliklere kıyasla, çok daha önemlidir. Şunu unutmamak gerekir, hukukun üstünlüğüne dayanan bir sistem hepimizin yegâne teminatıdır.

“BUGÜNKÜ KOŞULLARDA YÜZDE 60’A YAKIN EVET!”
Referandumun sonucundan beklentiniz ne?
Türkiye’de bir ay sonrasını, yarını tahmin etmek bile çok zor. Art arda gelen öylesine şok edici olaylar yaşıyoruz ki çok kısa bir süre önce yaşadığımız olaylar, sanki yıllar öncesinde kalmış izlenimi veriyor. Bu bir buçuk ayda neler görürüz, neler yaşarız bilmiyorum. Elbette bir vatandaş olarak temennim, her şeyin öngörülebilir sınırlar içinde cereyan etmesi. Sonuçta, her şey tahmin sınırlarımız içinde cereyan ederse, yüzde 60’ın biraz altında veya üzerinde bir evet oyu çıkabilir diye düşünüyorum. Ama bunu bugün itibariyle söylüyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://bedava.canadian-forum.com
 
“AB’ye gireceksek bu değişiklikleri yapmalıyız”
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Bedava Canadian Forum :: Arşiv :: Eski Konular-
Buraya geçin: