Begüm Çelikkol'un bu haftaki durağı Erciş...
Kim bilir nasıl aşklara tanıklık etti koca deniz… Kim bilir kaç sevdalı göz yaşı döktü onun kıyısında… Kim bilir neler gördü, geçirdi gündüzü mavi, gecesi zifiri karanlık o deniz… “Deniz” diyorum çünkü herkes oraya “Deniz” diyor… Uçsuz bucaksız, güneşle uyanıyor her yeni güne ve tarihe doğru kapılarını açıyor… Bu kez Doğu’dayız… Bu kez Erciş’teyiz… Anlatmakla bitmez mavinin, yeşilin tonu… Özellikle de yeşil… Zaten bu yüzden oraya “Yeşil Erciş” diyor halkı… Sıcak, samimi insanları, misafirperverliğiyle kucaklıyor herkesi…
Yol hazırlıkları tamamdı… Yanımda çok sevdiğim arkadaşımla havalimanının yolunu tutmuştuk. Bir heyecan vardı ki sormayın gitsin. İlk kez göreceğimiz bu yerde bizi nelerin beklediğini bilmiyorduk… Uçağa bindik ve sonsuz maviliğe uzandık… Uçağın Van’a inmesine yakın müthiş bir manzara karşıladı bizi. Bir yanda Süphan Dağı, altında koskoca Van Denizi… “Bu güzelliğe şahit olduğum için sana minnettarım Tanrım” dedim… Ve uçak piste indi…
Van’ın merkezindeki Ferit Melen Hava Alanı’ndan sonra 90 kilometre daha yolumuz vardı. Şaşkınlıkla etrafı izlerken radyodan bir şarkı çaldı, o an arabada bulunan herkesin koptuğu andı: “Senin o gözlerin var ya, her şeyi bitirdiğim” diye mırıldanırken birden karşımıza Van Denizi çıktı yine… Onun kıyısından Erciş’e doğru ilerlerken içimi garip bir hüzün kapladı, bir yanda mavi Van Denizi, bir yanda yeşil tarlalar… Hava çok sıcaktı… Yol üzerinde bir çeşme bulduk, yüzümüzü yıkadık… Yol sanki bitmek bilmiyordu… Bir yandan deli gibi fotoğraf çekiyorduk, bir yandan da gördüğümüz manzaranın tadını çıkarıyorduk… Yolda bize eşlik eden arkadaşımız Suat, “Daha manzara başlamadı” dediğinde, makineleri kapattık radyoda çalan şarkılara eşlik etmeye devam ettik…
DELİÇAY’A DOĞRU…
Ve 90 kilometrenin sonunda otelimize geldik… Van Denizi’nin hemen kıyısında bulunan otelimizin manzarası da müthişti. Bir anda yaşadığımın farkına vardım… Otele yerleştikten sonra yorgunluk atmak için sıcak çaylarımızı yudumlarken, daha bizi nelerin beklediğini hayal bile edemiyorduk…
Derken, “Deliçay’a gidiyoruz” dendi… Fotoğraf makinelerimizi yanımıza aldık, birkaç parça eşyamızla birlikte Deliçay’a, uçan balıkları görmeye gittik. “Uçan balık” dediğime bakmayın! Bunlar İnci Kefali! Üstelik sadece Erciş’te bulunan Deliçay’daki balık bendinde görülebiliyor. Bir türü de çok uzakta Alaska’da! Balık bendinin kıyısında bizi Ercişliler karşıladı. O kadar çok sofraya konuk olduk ki… Anladığım bir şey daha oldu… Çayı sevmeyen biri olarak, nasıl bu kadar çay içebildiğimi gördüm! Muhabbet o kadar tatlıydı ki, çayı, zamanı unuttum kendimi Deliçay’ın suyunun akışına bıraktım. Erciş Belediyesi tarafından düzenlenen İnci Kefali Göçü Festivali’nde her şey çok renkliydi. Bütün halk gelmiş, herkes dost, herkes yaren olmuştu birbirine. En çok okul müdürlerinin anlattıkları etkiledi bizi… “Tabelada 74 bin nüfus görünüyor ama buranın nüfusu 200 bin. Üstelik 47 bin okuyan öğrencimiz var, hepsi de çok başarılı”
İNCİ KEFALİ GÖÇÜ
Derken sohbete Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı girdi… Bize İnci Kefali’nin öyküsünü kısaca anlattı. İlginç bir göç olayı… Prof. Dr. Sarı, dünyada sadece Van Gölü'nde yaşayan bu endemik türün, ilkbahar aylarında yumurtlamak için Van Gölü'nün tuzlu-sodalı sularından, etrafındaki tatlı akarsulara göç ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Bu yoğun göç esnasında bazı insanlar bu durumu kapılarının önüne gelmiş bir fırsat olarak görüyorlar. Balık dereye yumurtlamak için gelmiş oluyor ancak bazı insanlar bu durumu avlanmak için kullanıyor” Akar suyun tersine giden balıklar havada uçar gibi bir görüntü sergiliyor…
Biz bir yandan İnci Kefalleri’ni izlerken bir yandan da elimizde çayımız halkla sohbet ediyoruz. Bir ailenin yanına geçiyoruz, ailenin en yeni üyesi o ailenin de gelini… “Eşimi çok sevdim… Uzun süre flört ettik. Dayanamadım ve ona kaçtım… Aslında İstanbulluydum, orada yaşıyordum. Ailemi bıraktım ve sevdiğimle Erciş’e geldim… Buraya tutkuyla bağlandım. Geri dönesim yok İstanbul’a” diyor… Duygulanıyoruz… Gelinin görümcesi duygulandığımı görünce, “İnşallah burada birini bulursun da, sen de burada kalırsın” diye sesleniyor… Gülüp, geçiyoruz…
İLGİNÇ TESADÜF
Fotoğraf çekerken cep telefonum çalıyor, arayan babam… “Kızım git aileni bul orada” diyor. “Nasıl yani?” diyorum. Babaannem anlatıyordu da karıştırıyordu sürekli… Meğer babaannemin babası da Van, Ercişliymiş… Bunu öğreniyorum, Ercişlilere kanım daha da bir kaynıyor… Bir ailenin yanına daha oturuyorum. Çay içiyoruz. Bu arada gitmek isteyenler ya da gidecekler varsa aklında bulundursun, burada çay kıtlama içiliyor. Bazen kesme şekerle bazen de kuru üzümle. Çay kaşığı bulmakta zorlanabilirsiniz! Biz de alıştık kıtlama usülü çay içmeye, İstanbul’a döndüğünüzde de bir süre böyle devam ediyor bu etki…
YÖRESEL YEMEKLER HARİKA
Festival alanında Ercişli hanımların yaptığı yöresel yemeklerin sergilendiği çadıra giriyoruz. Elimizde tabaklar, çeşit çeşit yemeklerden alıyoruz. Ayran Aşı ile açıyoruz öğünümüzü, ardından Keledoş, Helise, İçli Köfte, Sengeser, Kavurmalı Uşgun Ekşilisi, Tandırda İnci Kefali, Mıhla… Hepsi birbirinden lezzetli, hepsi birbirinden keyif aldırıyor insana. Yalnız burada tatmadan geçemeyeceğiniz iki şey var! Biri otlu peynir biri de meşhur Van kahvaltısı! O peynirin ağzınızda bıraktığı hoş tada alışırsanız asla bırakamayacaksınız. Erciş’in merkezinde Peynirciler Sitesi’nde bulabileceğiniz bu peynirden eve dönerken almanızı tavsiye ediyorum. Fiyatı çok uygun… Kilosu 6 TL. Van kahvaltısına gelince… İşte orada bir durun! O masada neler yok neler… Görüntüsü bile iştah açmaya yetiyor… Burnunuza gelen çörek ve sıcak ekmek kokusuyla önce bir kendinizden geçersiniz. Sonra sofraya sırasıyla, süzme yoğurt, kaymak, bal, tereyağı, otlu peynir, kavurmalı omlet, Süzme ayrandan yapılıp tereyağı ile servis edilen cacık, kavurmalı ya da sucuklu yumurta, kavut, un ve yumurtanın karışımıyla yapılan Murtuğa, Diyarbakır’a ait örgü peyniri ve büyük bardak çaylar… “Yemeyin de yanında yatın” derler ya, işte öyle bir şey…
SIRA YÜRÜYÜŞTE!
Kahvaltıyı yaptıktan sonra yürüyüş iyi olur, değil mi? Hemen Van Denizi’nin kıyısına gidiyoruz. Burada eskiden sahil yolu yokmuş anlatılanlara göre... Taa ki, Erciş Belediye Başkanlığı görevine Fatif Çiftçi gelene kadar. Babası da Erciş Belediye Başkanlığı yapan Çiftçi, “Babamın noksanlarını ben gidereceğim. Van Denizi’nin kıyısına halkın oturabileceği, rahatlıkla dolaşabileceği bir sahil yolu yapacağım” demiş. Bu vaade hiç kimse inanmamış. Ama Başkan sözünü tutmuş ve Erciş’e öyle bir sahil yolu yapmış ki, görmeniz gerek. Çardaklar, oyun parkları… Üstelik projeler bununla bitmeyecek. Burası bir tatil yöresine çevrilecek duyumlarımıza göre… Oteller yapılacak, vatandaşlar ailelerini alıp tatile buraya gidebilecek. Erciş Sahil Yolu’nda yediklerimizi eritirken Başkan Çiftçi’yi bir kez daha kutluyoruz böylesine güzel bir çalışma için… Ayrıca çalışmaları bu kadarla da bitmiyor Başkan’ın. Bir spor tesisi yapmışlar ki, içinde yok yok… Futbol, basketbol sahaları, tenis kortları var… Çocuklar ve gençler sporlarını yapıyorlar, eğitimlerini alıyorlar. Erciş Belediye Spor Tesisleri Müdürü Murat Şebap da Başkan Fatih Çiftçi ile bu bölgede resmen tarih yazıyor. Pek çok spor alanında yarışmalara katılan sporcular başarıdan başarıya koşuyor.
Başkan’ın yeni projelerinden biri de göle vapur getirmek. Böylece diğer ilçelere gitmek daha da kolaylaşacak…
EN ÇOK GÜNEŞ ALAN İLÇE
“Erciş nasıl bir yer?” dediğimizde anlatıyorlar… “Van Denizi’ni en iyi görebileceğiniz, Van Denizi’nin en iyi manzaralı ilçesi”, “Türkiye’nin en çok güneş ışığı alan ilçesi”, “Doğu’nun incisi Erciş”, “En romantik manzaraya sahip olan ilçe”, “İnsanları sıcak, yemekleri güzel, havası, suyu temiz, yeşil Erciş” Etkileniyoruz tüm bu söylenenlerden ve tarihini öğreniyoruz Erciş’in…
14. yüzyılda Karakoyunlular’a başkentlik yapan Erciş Urartular’dan Osmanlılar’a pek çok uygarlığın izlerini taşıyor. Erciş tarihte kervan yollarının kavşak noktasında bulunduğundan ünü dünyaya yayılan bir yer. Özellikle de Sökmenliler, İlhanlılar, Karakoyunlular, Osmanlılar dönemleri en parlak zamanlarmış. İlçede Selçuklulara, Karakoyunlular’a ait mezarlıklar da bunların kanıtı. İlçenin en önemli geçim kaynaklarından biri de Erciş Şeker Fabrikası… Derken Şeker Fabrikası’nın arazisinde yapılan Oğlak Kapma Yarışı’na katılıyoruz. Yarışmaya katılanlar da farklı… Onlar Afganistan’dan göçen Van’ın Ulupamir Köyü’ne yerleşen Kırgızlar… Cirit’in ata sporunu icra ediyorlar… Kendi ana yurtlarından kopmuşlar ama oraları hiç aramıyorlar çünkü özellikle de Erciş halkının samimiyeti sayesinde memleketlerinden çok daha rahatlar… Her sene Haziran ayında bir festivalleri oluyor… Bu festivalle Kırgızlar, kültürlerini ve kimliklerini yaşatmaya çalışıyorlar. Ayrıca etkinliklerde Kırgızlara özgü, “Kökbörü” adlı at yarışlarını tertip ediyorlar…
VAN GÖLÜ CANAVARI’NA DEĞİNMEDEN OLMAZ!
Hazır Erciş’e gelmişken, bir dönem ortalığı karıştıran Van Gölü canavarını da halka soruyoruz ve işin aslını öğreniyoruz. Aldığımız yanıta göre böyle bir şey tamamen uydurma… Hikayesi de şöyle: Bir gün bir köylü mandalarını (halk diliyle camış) otlatmaya Van Gölü kıyısına gidiyor. Mandalardan iki tanesi ortalıktan kayboluyor ve üç dört ay kadar kendilerinden haber alınamıyor. Mandalar kaybolduktan bir süre sonra bir sabah, bir üniversite öğrencisi göl kıyısında fotoğraf çekerken objektifine ilginç bir cisim takılıyor. Öğrenci bu cismin ne olduğuna anlam veremiyor ve fotoğraflarını çekiyor. Bu fotoğrafları gören herkes “Gölde canavar var” diye ortalığı karıştırıyor. Sonradan anlaşılıyor ki, köylünün mandaları gölde ölmüş, canavar denilen şey meğer mandaymış…
OTELLERİ HARİKA
Sabah uyandığınızda ve camdan baktığınızda Van Gölü’nü görmek ister misiniz? O zaman Otel Arsisa uygun tercih. Arsisa, Ermenice’de Erciş anlamına geliyor. Otelde Wireless, mini bar, televizyon, canlı müzik mevcut. Yemekleri de lezzetli… Telefon: 0 432 388 3485
Erciş’teki bir diğer otel de Turvan Hotel. Van Gölü ve dağlarından müteşekkil muhteşem manzarası doğal güzelliklerin içinde konforlu bir konaklama imkanı sunar. Bu tesis hoş hizmetlere ve olanaklara sahip huzurlu bir oteldir. Telefon: 0 432 351 1864
VE GERİ DÖNÜŞ YOLU…
Radyoda “Bu havada gidilmez, Güneşli günde gidilmez, Aslında hiç gidilmez” çalarken uğurluyordu Erciş tüm güneş ışıklarıyla… El sallıyordum Van Denizi’ne, gözümde hafif nemlilik, bir yandan uçak yolculuğunun heyecanı… Aslında hiç geri dönmek istemiyordum, hüzünlendim birden… Hani demiş ya şairin biri, “Yüreğini götüremedikten sonra bedenini uzaklara götürsen ne olur” diye, ben gerçekten yüreğimi de götürdüm oraya… Bırakırken kalbim ağrıdı, çalan şarkılara eşlik ederken ardıma baktığımda Yeşil Erciş’i de el sallarken gördüm… Söz verdim bir daha gideceğim…